Şubat ayının en sıcak günlerinden birini yaşıyorum. Bir daha hiçbir şubat ayında bu kadar terlemeyeceğimi biliyorum. İzmir mavisi suların yanından yürüyorum. Nereye, niçin gittiğimi bilmeden yürüyorum.
Elimde bir demet beyaz karanfil var. Bu çiçeklerin de elimde ne işi olduğunu bilmiyorum. Karanfil kokusunu içime çekerek, şubat ayında terleyerek ve düşünce alemine dalarak bir bilinmeze yürüyorum.
Bir rüya gördüğümü hissediyorum; dünyanın en güzel duygusu olan aşkı iliklerime kadar hissetmeme sebep olan bir kızla saatlerce sohbet ediyorum. Gözlerinin içine bakarak zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum. Hayatımda hiç olmadığım kadar mutluyum. Bir kalabalık içindeyiz, ben onun gözlerinin içine odaklanmışım… Ağzımdan tek bir kelime bile çıkmadan dakikalarca oturuyoruz ve o elini yanağıma doğru uzatıp “Gitmem gerek!” diyor. Nerden çıktığını bilmediğim bir beyaz karanfili ona uzatıyorum ve uyanıyorum. Kendimi burda, elinde bir demet beyaz karanfille bir bilinmeze doğru yürürken buluyorum. İstemsiz şekilde Leman Sam’ın “Gül Güzeli” isimli şarkısını mırıldanmaya başlıyorum:
“Elini son defa yanağıma koy
İstemiyorsan giderim, giderim…”
Şarkıyı mırıldanarak düşünce aleminde yolumu bulmaya çalışıyorum. Hiç İzmir’de kendimi bu kadar yalnız hissetmediğimi fark ediyorum. Kalp kırgınlıklarım aklıma geliyor, eski aşklarım… İzmir’le bütünleştirdiğim bütün kadınlara lanet okuyorum. Bu şehirle birlikte anılmayı haketmeyen, beni aşktan soğutmaya çalışan duygusuz insanların hayatıma müdahale etmiş olmalarına kızıyorum. Buna izin verdiğim için en çok da kendime kızıyorum. Bir tek onu ayrı tutuyorum.
“Uğruna döktüğüm gözyaşları için
Yağmurdan özür dilerim, dilerim
Kuruttuğum kızıl gülleri alır
Senin için senden geçerim, geçerim…”
Kalbimdeki aşk acısıyla, elimdeki beyaz karanfillerle yürümeye devam ediyorum ve aklıma anlamsız düşünce kırıntıları dökülüyor.
Attilâ İlhan’ın ölümü aklıma geliyor niyeyse. Yapayalnız sinema salonlarında izlediğim filmler… Yer bulamadığım tiyatro oyunları… Elimden düşürmeden okuduğum bütün kitapları düşünüyorum. Yazdığımı sandığım şiirleri ve hiçbir zaman yazmayı başaramadığım öyküleri hatırlıyorum. Günlerce kurguladığım ama bir türlü başlayamadığım “Hepimizin Romanı”nı…
Çocukluğumun geçtiği sokağı hatırlıyorum. Tren yolunun yanındaki çıkmaz sokaktaki evimizi… Hemen karşımızdaki ayakkabı tamircisi dedeyi… Mavi-beyaz çizgili bir topla camını kırdığım emlakçıyı… Bembeyaz saçlara sahip Ayşe Teyze’yi… O küçücük sokaktaki birkaç arkadaşımı… Gencecik yaşta intihar eden Aziz’i… Sevdiği kızı vermedikleri için aklını yitiren Deli Hasan’ı… Her sabah tren sesiyle uyanarak başladığım günleri…
Başarılarla dolu lise hayatımı, başarısızlıklarla dolu üniversite yıllarımı… Hayatıma giren herkes bir bir gözümün önünden geçiyor ve en son O’nu görüyorum. Ve ondan sonra hiç kimseyi görmek istemediğimi anlıyorum.
“Eğer bir masal perisi girerse rüyalarına
Öldü dersin gül güzeli tılsımını kaybetti.”
Kalbimde aşk acısı, elimde beyaz karanfiller bir bilinmeze yürüyorum. Hiçbir şubat günü bu kadar terlediğimi hatırlamıyorum. Ölmek istiyorum. En son onu görmüş olmak ve bir daha hiç kimseyi görmemek…
Nerden ve nasıl geldim ben buraya? Elimdeki çiçekler nerden çıktı? Aklımdaki soruların cevaplarını niçin veremiyorum? Niçin anlamsız şekilde yürüyorum ve niçin gözlerimden akan gözyaşlarına engel olamıyorum? Niçin ölmek istiyorum?
/yirmiyedimartikibinyedi sıfırbirkırksekiz/
0 yorum:
Yorum Gönder