Yönetmen:
Lars von Trier
Oyuncular:
Willem Dafoe , Charlotte Gainsbourg , Storm
Acheche Sahlstrom
Senaryo:
Lars von Trier , Anders Thomas Jensen
Sert öykülerin sinemaya aktarılmasına alışık olmayan
geniş sinema izleyici kitle için içinde barındırdığı seks, şiddet, ölüm ve
gerçekçi depresif ruh halinin en uç sınırlarıyla vizyona girdiğinden beri hep
yanlış anlaşılmalara neden olmuş bu bol ödüllü Von Trier filmi 2009 yılında
Trier’in yaşadığı ağır bir depresyon sürecinde yazıldı. Von Trier’in filmi altı
bölümden oluşur: başlangıç, ızdırap, acı, umutsuzluk, üç dilenci ve son söz.
Filmin giriş bölümü siyah-beyaz çekilerek filmin
öyküsünün temelini oluşturur. Bu kısa bölümde anne-babasının sevişmesine tanık
olan çocuğun anlık bir travma yaşayarak intihar etmesi anlatılır. Bu duruma
psikanalizde “ilk sahne” (primal scene) denir. “İlk sahne” çocukluk çağı
travmalarına ve oidipus karmaşasının temeline odaklanır. Çünkü çocuk bu anda
çaresiz bir duygu yoğunluğu yaşar ve bu giriş bölümü Tarkovski’nin
filmlerinde sıklıkla kullandığı anlık geçişleri kullanarak izleyiciye bu duygu
yoğunluğu verilmeye çalışılmış. Sert-erotik yaklaşımla çekilen sevişme
sahnesindeyse çocuğun gözünden bakarak çocuğun yıkımına tanık oluruz. Bu bölüm
yönetmenin zekice yaklaşımıyla beyaz rengin yaygınlığına tanık oluruz. Yani,
çamaşırlar beyazdır, kar yağmaktadır ve fonda sıklıkla başka beyaz nesneleri
görürüz ancak yönetmen doğal ışıkla çektiği bu bölümde baskı beyazlığı örterek
doğal bir çatışma yakalamıştır. Bu durum çocuğun gördüğü sevişmenin ve intihar
etmesinin toplumsal ahlakta konumlanmasıyla (siyah) çocuğun masumluğu (beyaz)
gönderme niteliğindedir.
Filmin ikinci bölümü “ızdırap” olarak adlandırılmıştır.
Von Trier bu bölümde kendi yaşadığı depresyondan yola çıkarak ızdırap evresini
depresyonun birinci evresi olarak ele almış ve sıra dışı bir ızdırabı uzun
diyaloglarla örülü bir bölümle seyirciye yansıtmıştır. Erkek (Willem Dafoe)
psikologtur ve eşinin (Charlotte Gainsbourg) yaşadığı uzun ızdıraba çare olmaya
tüm etik endişelere rağmen kendine öncelikli görev ilan etmiştir. Kadın ise
çocuğun intiharından önce kendini sorumlu tutarken bu evrenin ortalarına doğru
fikir değiştirerek sorumluluğu duyarsız ve ilgisiz olarak atfettiği eşine
yüklemeye başlamıştır. Kadın bu bölümde klinik olarak depresyonun tüm
özelliklerini göstermektedir. Mesela, sonu gelmeyen ağlama nöbetleri, kendini
ve eşini çocuğun intiharından sorumlu tutma, bıkkınlık ve isteksizliğin
yanında, hızla değişen düşünce mekanizmaları ve yeni korkulara ve kaygılara
sahip olması kadındaki depresif ruh halinin dışa vurumudur. Yönetmen bu
bölümde, yetersiz ışıklandırmayla (ki depresif ruh halinin yansımasıdır) yüz ve
bel çekimleriyle ve çekim-karşı çekim odaklı uzun bir diyalog sekansıyla
düşüncelerini yansıtmaya çalışmıştır. Yani neredeyse tamamı ev içerisinde
çekilen bu bölüm, korkuya, kaygıya, depresyonun öncelikli özelliklerine ve en
önemlisi de çocuğunu kaybeden bir annenin çektiği ızdıraba yolculuk
niteliğindedir. Erkek ise kadının tüm bu değişken ruh durumu karşısında eşini
(eşinin isteği olmadan) bir terapi sürecine alır. Onu konuşturarak depresyonun
temellerine inmeye çalışır. Bazen başarılı olsa bile çoğu zaman beklemediği
tepkiler alarak geri çekilmek zorunda kalır. Bölümün sonunda kadının
korkularının, endişelerinin temeli olduğu düşünülen “Eden” ormanındaki eve
doğru bir tren yolcuğuna çıkılır. “Eden” ormanına gelindiğinde erkek doğum
yapan bir geyikle karşılaşır ki bu geyik doğum yapıyor olmasıyla ızdırabın
simgesidir.
Üçüncü bölümü “acı” (kaos hüküm sürüyor) olarak
adlandıran Trier, bölümün girişinde kadının orman kulübesine giden yolda
altında su akan tahta köprüden geçmesinden yaşadığı korkuyla bölümü başlatıyor.
Bu sekansta, kadının suyun üzerinden geçmeye korkması imgesi başlangıç kısmında
duşta başlayan ve çocuğun intiharına kadar devam eden sevişmeyle ilişki
kuruyor. Ayrıca kadının diğer korkularından biri de çimenlere temas etmek
olduğunu öğreniyoruz çünkü erkek bölümün ilerleyen aşamalarında kadının bu
korkusunun üzerine gidiyor. Kadın için o tahta köprüden geçmek çimenlere temas
anlamına geliyor. Bu bölümde diğer bölümler gibi imgeler üzerine kurulmuş. Bu
bölümde izlediğimiz bir diğer imge ise yuvasından düşen yavru kuşun önce
karıncaların saldırısına uğraması sonrada başka bir kuş tarafından parçalanarak
yenilmesidir. Bu imgede intihar eden çocuğa direkt bir gönderme içeriyor. Adam
bu bölümde de eşine profesyonel yardımda bulunarak korkularının üzerine
gitmesine yardımcı oluyor.
İzleyici bu bölümde cevaplanmayan birçok soruyla karşı
karşıya kalıyor. Mesela, bölümün ilerleyen kısımlarında geridönüş yaşayan kadın
ormanın derinliklerinden gelen bir çocuk ağlaması duyuyor. Bu ağlamanın kendi
çocuğundan geldiğini düşünen kadın ormanın derinliklerine doğru gidiyor ama sesler
onu eve geri getirtiyor. Evin içinde çocuğunu bulan kadın onun ağlamadığını
anlıyor ama ağlama sesi hala gelemeye devam ediyor. Bu ağlama onun ormandan
korkmasının temelini oluşturuyor. Bundan dolayı “Eden” ormanını korku
piramidinin yukarı kısmına yazıyor. Filmin sonunda bu ağlamalar için mantıklı
bir çıkarımda bulunabileceğiz ama henüz ağlamalar hakkında hiçbir fikrimiz yok.
Adam ise kadının bu anısına mantıksal bir yaklaşımla bu ağlamaların aslında hiç
olmadığını kadına anlatıyor. Bu mantıksal yaklaşımın kadının kafasında yeni
soru işaretlerine neden olması filmde bir kopmaya neden oluyor. Filmin bundan
önceki kısmında kendini sözlü olarak gösteren şiddet ve saldırı bu andan sonra
fiziksel bir nitelik kazanıyor ve bütün izleyicilerin kafasında “Deccal kim?”
sorusu beliriyor.
Bu bölümdeki bir diğer imge ise “meşe palamutlarının
çığlık atması”dır. Bu imgelem düşüncelerin gerçeği çarpıtması olarak ormandan
gelen ağlamaları da açıklamaya çalışıyor. Bölümün sonunda adam ormanda kendini
yiyen bir tilkiyle karşılaşıyor ve tilki “kaos hüküm sürüyor” diyor. Bu tilki
kendini yemesiyle acının simgesi oluyor.
Filmin dördüncü bölümü “umutsuzluk” (soykırım) olarak
adlandırılmış. Bu bölümde kadının daha önce tez yazmak için bu orman kulübesine
geldiğini ama bilmediğimiz bir nedenle tez yazmaktan vazgeçtiğini öğreniyoruz.
Kadının tez konusu “kadınlara eziyet edilmesine neden olan doğa” olması ve
adamın tesadüfen çatı katında kadının tez kaynaklarının arasında “the three
beggars” (üç dilenci) olarak nitelenen üç hayvanın resmini görmesi filmin bir
diğer kırılma sahnesi oluyor. Çünkü izleyiciler şimdiye kadar bu üç hayvandan
ikisini (geyik ve tilki) gördü yalnızca kargayı görmediler. Bu andan itibaren
bilinçli bir beklentiyle karganın nasıl ekrana çıkacağını bekliyoruz.
Filmin bu bölümde kafamızda bir soru daha beliriyor.
Çocuğun otopsi raporunu gören kadın, adamla bu durumu konuşunca adam otopside
çocuğun ayak bileklerinde eski tarihli hafif deformasyon olduğunun bulunduğunu
söylüyor. Bu anda birkaç geriye dönüşle ve fotoğraflar aracılığıyla çocuğun
ayakkabılarının her zaman ters giydirildiğini anlıyoruz ve kafamızda aynı soru
beliriyor: Deccal kim?
Bir önceki bölümde fiziksel bir nitelik kazanan şiddet bu
bölümde daha da ileri giderek kadının adamı öldürme isteğinin ortaya çıkması
şeklini alıyor. Bu andan itibaren adam pasif direniş gösterirken kadın tüm
olanaklarıyla adamı öldürmeye çalışıyor. Ve filmin bu sekansı sinemada alışık
olmadığımız düzeyde ve zekice şiddet ile pornografik düzeyde seks sahneleriyle
dünya sinemasındaki “marjinal” yerine sağlamlaştırıyor.
Bölümün beklenen hayvanı (karga) ise yine bölümün sonunda
ortaya çıkıyor. Adam kadından kaçarken bir ağacının dibinde oluşmuş çukura
giriyor ve burada toprağa gömülmüş şekilde bir karga buluyor. Biraz kazınca
hayvanın ölmemiş olduğunu anlıyor ve hayvan kendine gelip umutsuzca çığlıklar
atmaya başlıyor. Adam hayvanı öldürmeye çalışıyor ama bu biraz zaman alınca
kadın adamı fark ediyor ve adamı o çukurda tekrar yaralıyor.
Filmin beşinci bölümü “üç dilenci” (the three beggars)
olarak adlandırılmış. Filmin bu bölümü Trier’in kadın düşmanı olarak
suçlanmasına neden olarak bazı cümleleri içeriyor. Mesela kadın bölümün
başlangıcında “ağlayan bir kadın sahtekar bir kadındır. Bacakları sahte,
uylukları sahte, göğsü, dişleri sahte, saçı ve gözleri sahte” diyor. Bu
cümleden dolayı Trier kadını Deccal gibi gösteriyor diye suçlandı.
“Üç dilenci geldiği zaman birinin ölmesi gerekir.” diyen
kadın yarı baygın olarak kendini kurtarmaya çalışana adama son bir saldırıda
bulununca bütün film boyunca soğukkanlılığını koruyan adam filmin bu bölümünde
kadını boğarak öldürür ve 16. yy olduğu gibi yakarak ondan kurtulur.
Filmin sonsöz kısmında başlangıç kısmında çalan şarkı
Rinaldo’dan (1711) “Lascia ch’io pianga” çalmaya başlar. Adam yaralı olarak
“Eden” ormanından ayrılırken ekran yine siyah-beyazdır. Ve yüzlerce kadın
ormanın derinliklerinde adama doğru yürümeye başlarlar. Bu kadınlar tüm
insanlık tarihi boyunca katledilen kadınlardır ve hiçbiri de saldırgan bir
ifade taşımaz. Ormandan gelen ağlamalar ile ilgili oluşan soru ise burada
netliğe kavuşur. Bu kadınların çocukları ağlamaktadır. Yani Trier kadını Deccal
olarak yansıtmamıştır.
Kaynak: http://www.filmelestirisi.com/2014/10/deccal-antichrist/
0 yorum:
Yorum Gönder